Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Cam Kent

Resim
Cam Kent, Paul Auster'ın "New York Üçlemesi" polisiye roman dizisinin ilk kitabı. Aynı zamanda daha önce Paul Auster okumadıysanız onsuz geçen yıllarınıza üzüleceğiniz de bir kitap. Çünkü başladığı andan itibaren nasıl bittiğini anlayamadan serinin ikinci kitabına başlayacaksınız.  Daha başlarken polisiye tarzda bir roman olduğunu söylemiştim ama siz de benim gibi polisiye romanlar defterini lisede kapattıysanız hemen açın hatta yeni bir deftere başlayın çünkü bu o bildiklerinize hiç benzemiyor. Okurken beyninizi yan koltuğa koyun ve ayrı ayrı yürütün bu işi bence çünkü biraz duman çıkaracak türden. Kitap boyunca kim dedektif kim yazar kim Paul kim Auster; Don Kişot da nerden çıktı; Daniel, Quinn, Stillman derken kitabın şak diye bittiği yerde kalakalacaksınız. Edebiyat, felsefe, tarih, dini öğretiler ne ararsanız kimi ararsanız hepsi burada. Kitabın en sevdiğim kısımlarından biri formu değişen nesneler ve bu nesnelerin artık nasıl bir ifade bulacağıyla ilgili

2019 Hasar Raporu

Resim
Hepinize kısa bir aranın ardından merhaba. 2019'a veda edip yeni yılı karşılamamıza bir hafta kala eminim siz de şöyle "neler kaybettin dön bir bak istedim" adlı derbeder flashback çalışmaları yapıyorsunuzdur. Bu süreci kendimizi yiyip bitirmeden aksine yeni yılda bize faydalı olabileceğini düşündüğüm bir sorgu listesi hazırlamaya karar verdim. Aslında bu benim kendi versiyonum ve siz bu listeyi kendinize uyarlayarak daha faydalı hale getirebilirsiniz. Bu yıl benim için nasıldı, kimler geldi kimler geçti... Neler yapmayı planladım, neleri yapamadım ve en çok da neden yapamadım konusuna odaklanmak istiyorum. Çünkü neden yapamadığımı bilirsem yeni yılda kendime yüklenmek ve yanında yapıldı tiki olmayan listeme gözümde yaşlarla bakmak yerine daha gerçekçi ve kendime iyi davrandığım bir yıllık plan oluşturabilirim. Bunların sonucunda ise kendime bir hasar raporu çıkarıp 2020'ye tertemiz bir sayfa açarak başlamaya çalışacağım. 2019'da yapılacaklar listesini

Bir Balıkçı Hikayesi

Resim
Bir balıkçı hikayesi vardır. Hani şu Amerikalı iş insanı ile olan. Rastlayanınız vardır belki. Hikayenin farklı versiyonlarını okumuştum ama aklımda kalanıyla aktarmam gerekirse: Amerikalı zengin bir iş insanının bir gün küçük bir Meksika kasabasına yolu düşer. Limanda gezinirken teknesi balıkla dolu bir balıkçı dikkatini çeker ve yanına yanaşır balıkçının. "Bu balıkları yakalaman ne kadar zamanını aldı?" diye sorar. Balıkçı, bir kaç saat sürdüğünü söyler. "Peki kalan zamanında ne yapıyorsun" diye sorar balıkçıya. Balıkçı: ailesiyle zaman geçirdiğini, çocuklarıyla oynayıp karısıyla siesta yaptığını; arkadaşlarıyla gitar çalıp şarap içerek bütün gününü nasıl keyifli bir meşguliyetle geçirdiğini anlatır. Bizim Amerikalı hemen işi büyütme derdine düşer tabii ve ona işini nasıl büyütüp daha çok para kazanacağını anlatır. Tabii daha çok para kazanabilmesi için kasabasını terk etmesi, holdingi için New York'a yerleşmesi gerektiğini söyler. Balıkçı sor

3 Günde Mutluluk

Resim
Herkese yeni bir gün, yeni bir haftadan merhaba. Bugün Ali Rıza'nın işi dolayısıyla San Diego'ya geldik. Günlerdir San Francisco'ya gideceğimizi düşünüp hevesle evde sesli planlar yapıyordum ama bu durumu uzak bir geleceğin hayali olarak düşünen kocam bey maalesef bu sabah yola çıktıktan sonra gideceğimiz yerin San Francisco değil San Diego olduğunu söyledi. Neyse çok büyük bir değişiklik olmadı diyebilirim çünkü bütün günü üniversite kütüphanesinde tezimle geçiriyor olacaktım her şekilde. Şu anda San Diego Üniversitesi'nin Geisel Library'sindeyim. Çalışmaya çoktan başlamıştım ama bugünü boş geçirmeyeyim blogda yine de bir şeyler yazayım dedim. Cumartesi günü öğle saatlerinde planladığımız üzere evden çıkıp Santa Monica'ya doğru hareket etmeye başlamıştık. Yola çıkar çıkmaz annemden bir sesli mesaj geldi. Sesli mesaj şu hepimizin bildiği 'yayalım arkadaşlar, son dakika haberi', 'herkes öğrenmeli' tadında bir mesajdı. Mesaj şöyle başlıyor:

İnsan Dilinin İlk Kelimesi: 'Bekos'

Resim
Bir insan, doğduğu günden itibaren bir odaya kapatılıp kimseyle iletişime geçmeden büyürse kendi başına konuşabilir mi? Diyelim ki konuştu. İlk kelimesi sizce ne olurdu? Bu yazıyı yazmamda ve bu soruları sormamda bana ilham veren kitap Paul Auster'ın New York Üçlemesi'nin ilk kitabı olan "Cam Kent" oldu. Kitabı iki gün önce okumaya başladım. Kitap oldukça ilgi çekici bir polisiye romanı. Kitap incelemesini ayrıca yazacağımdan kitapla ilgili detayları hemen geçerek asıl konumuza gelmek istiyorum. Kitabın mevcut olaylar silsilesinde çok önemli bir karakterimiz var: Peter Stillman. Kendisi ilk konuşmaya başladığı andan itibaren ne olduğunu anlayamadan kalakalacaksınız. Önce otizimli olabileceğini düşündüm ardından başka yerlere gidiyor olaylar hayali karakterler mi şizofren mi çıkacak Peter ne diyor nee nasıl derkeeennn! Öğreniyoruz ki Peter babası tarafından yıllarca bir odada kendisiyle hiç bir iletişim kurulmadan tutulmuş. Elbette konuşamıyor uzun bir süre ve e

Topyekün Yalnızlık

Resim
Sosyolojik tahayyül içinde günlük yaşam pratikleri bizi kimi sorgulamalar içinde bırakır. Bazen kendimizi sorgularken bazen de çevremizde olup bitenin akışını durdurur sorgumuzu orada devam ettiririz. Bazen kendimizden ötede aslında gösterdiğimizden çok farklı olan asıl kimliğimize dönüp onunla yüzleşiriz. Bazen de durup bunu yapan kaç kişiyiz sorusunu sorarak dünyadaki yalnızlığımıza sarılırız ya da bu yalnızlığı bizimle paylaşan ve evet paylaşmasına rağmen topyekün bir yalnızlık içinde yaşamaya devam eden dostlarımızla kucaklaşırız. Hayatımızın çoğu yerinde dönüm noktası diyebileceğimiz şeyler olacak. Belki bazılarını kaçıracağız ya da kim bilir.. Doğru zamanda doğru sorgulamalar yapmak hayatımızı kurtaracak. Bildiklerimiz bizi yalnızlaştıracak bazen de aynı bildiklerimiz bizi geriye kalan her şeyin ve herkesin bir parçası yapacak. Sorgulamadan yaşamaya imrenecek sonra da "aman canım öylesi bir mutluluğa böylesi bir yalnızlığı tercih ederim" diyerek farkında ol

Ne İçindeyim Zamanın Ne de Büsbütün Dışında

Resim
Geçen pazar günü sahil şeridini takip ederek yakınlarımızdaki okyanus kıyılarını gezmeye karar verdik. Son durağımız Laguna idi. Sadece şu sahil böyleydi diğeri şöyle diye anlatmamı beklemiyorsunuzdur diye düşünüyorum. Anlayacağınız mevzumuz yine derin! Günlerdir Ali Rıza'yla konuştuğumuz ve bu yolculuğumuzda konunun hararet kazandığı bir meselemiz var: "zaman". Bu konuyu konuşabileceğimiz öyle çok alan var ki burada tek bir yazıda anlatıp bitirmem imkansız. O yüzden konuyu parçalar halinde anlatmaya çalışacağım. Bana öyle geliyor ki özellikle son yıllarda insanların tamamı bu zaman mefhumuna takmış durumda. Diziler, filmler, kitaplar... Her biri zamanın ayrı bir boyutunu ele alıyor ama muhakkak zaman konusunu tartışıyor. Zamanda yolculuk ediyor, zamanı verimli kullanma videoları çekip tavsiyelerde bulunuyor, kitaplar yazıyor; uzun yaşamanın sırlarını veriyor ya da bazıları alabildiğine bir romantizim içinde "ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında" ş

Eve Kışı Getirmek

Resim
Selamlaaar, selamlar herkese... Bugünün konusu aslında geciken haftasonu mini trip hikayemdi ama sabah paylaştığım fotoğraflardan sonra yaptığım poğaçanın tarifini istediniz. Hiç beklediğim bir girişim değildi ama teşekkür ederim. Ben de oturdum bilgisayarımın başına, makalelerin içinde boğulmaya başlamadan hemen önce yazayım dedim. Burada evler ne yazık ki duvar demeye bin şahit ister malzemelerden oluşuyor. O yüzden komşularınızın nefes alıp verişini bile duyabilirsiniz (!) Her sabah 7'de uyanıp gacır gucur evinde dolaşan üst kat komşumuz bugün bize bir sürpriz yaparak sabah 6'da uyandı. Baktım olacak gibi değil battaniyenin altından çıkmak için kendime güzel bir bahane buldum: dereotlu poğaça!  Hamurla uğraşmak gerçek bir terapi aslında. Evrimsel bir açıklaması muhakkak vardır diye düşünüyorum. Benim için de rahatlatıcı bir tarafı var ama asıl hikaye bu değil. Kışın okula gitmeyi hiç istemediğiniz, yorganın altındaki o sıcacık yataktan çıkmadan gözlerini sımsıkı k

Beni Kör Kuyularda

Resim
Güldiyar'a ne oldu? Anlatmaya nereden başlarım nasıl duygularımı toparlayabilirim bilemiyorum. Kitabı bitirdiğimden beri o kör kuyuya bakıyor gibiyim. O yüzden bir soru sorarak başlamak istedim: "Güldiyar'a ne oldu?"  Alegori'nin, postmodernizmin ve uzun bir aradan sonra tam bir Hasan Ali Toptaş romanı diyebileceğimiz masalsılığın zirvelerde olduğu bir roman "Beni Kör Kuyularda". Takip edilmesinin kolaylığı bakımından 'Kuşlar Yasına Gider' romanına benzetebiliriz. Kitaba adını veren Ümit Yaşar Oğuzcan'ın şiirine hiç girmeyeceğim ben. Çünkü kitap boyunca Güldiyar ağladı ben ağladım desem yeridir. Uzunca bunlar hakkında konuşmak istiyorum.  Kitap Güldiyar'ın babasına öğle yemeğini götürmesiyle başlıyor diyebiliriz. Sonra her ne oluyorsa oluyor ve Güldiyar döndüğünde konuşamaz hale geliyor. Güldiyar'ın hali hal değil. Belli ki bir şey oldu ama hiç kimse bilmiyor. Annesi ne olduğunu soruyor kızına, kıvranıyor konuşsun di

Evde Tek Başına

Resim
Dün bahsettiğim gibi hayatımda ani ve çoklu değişimler yaşarken yazmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğum günlerdeyim. Elimden geldiğince bunu sizinle paylaşmak, kendime de bugünleri unutmamak adına bir anı bırakmak konusunda kararlıyım. Bu kararların ikinci gününden herkese selamlar.. Aylar yıllardır size sürekli bahsettiğim bir kitap var: "Flanöz". Ayıla bayıla okuyup yetmeyip bölümlerini arada yine açıp açıp okuduğum bir kitaptı. Hem bu flanözcülük tam benlik bir hadise hem de yazarda kendimde bulduğum tonlarca şey olduğundan size de anlata anlata bitiremedim. Bu konuya birazdan tekrar bağlanacağız. Ama şimdilik bugünüme dair kısa bir özet geçelim: Eylül ayında Paris'te evlendim. Eşim Amerika'da yaşıyor bense malum master eğitimime Türkiye'de devam ediyorum. Master tezim, doktorada Amerika'ya kabul alma çalışmalarım derken ani bir kararla onun yanına California'ya geldim. Evde oturacak koltuğumuz bile yok her şeyi birlikte yapmak isti

Biraz Gerçeklerden Konuşalım mı?

Resim
Yazmaya en çok ihtiyaç duyduğum zamanlardayım. Ne ile ilgili yazdığımı çok da sorgulamadan kendimi kaybolmuşluğumun içinden çekip çıkarmak istiyorum. Bugün ne oldu? Bir dakika... Hemen yazdıklarıma bakıp tık tık tık.. Evet! İşte tüm bunlar olmuş demek her şeyin değiştiği hayatımda yeni bir konfor alanı yaratacak bana. En azından ben öyle olmasını umuyorum. Kadın olmanın, bir kadın olarak yaşamanın kuramsal varlığı içinde her geçen gün ilerlemeye çalışıyorum. Fakat işler gerçek yaşama geldiğinde karşılaştıklarım o kadar farklı ki.. Biliyorum. Bunu yaşayan çok fazla kadınız! Feminizmin hayatımı kolaylaştırmasını istiyorum ve aslında bekliyorum da. Fakat bunun için herkesin aynı bilinç düzeyine gelmiş olması gerekiyor. Tüm bunlar toplumsal beklentilerle iç içe geçen durumlarda başımı daha da ağrıtmaya, içinden çıkılamaz bir hal almaya başladı. Bunları yazmak, anlatmak, anlatmak hiç susmamak istiyorum. Fakat bu sesimden büyüyen-taşan-kabına sığamayan değişimlerle de karşılaşmak

Modern Mahrem

Resim
"Modern Mahrem Türk modernleşmesi tarihine, mahrem cephesinden bakmaktadır. Bu kitaptaki alternatif okuma, modernizm ve kadın-erkek ilişkileri arasındaki "kara kıtayı" gün ışığına  çıkarmayı amaçlamaktadır." - Nilüfer Göle-     Hepinize merhaba, instagram hesabımda paylaştığım andan itibaren bir sürü sorular sorduğunuz çok merak ettiğiniz bir kitabım vardı: Nilüfer Göle’nin "Modern Mahrem" kitabı. Hatta aranızdan içimde mutlu bir sevince sebep olan kişiler vardı ki uzun zamandır okumayı düşündüğünüzü söylediniz. Açıkçası böyle kitapların sadece akademik mecralarda okunmak için yazılıyormuş gibi görülmesi beni üzüyor. Aksine herkes tarafından okunmasını istiyorum. Zaten instagram hesabımda paylaştığım kitaplara bakacak olursanız bu konu ile ilgili gayretimi göreceksinizdir diye düşünüyorum.     Gelelim Modern Mahrem kitabına. Kitap bir giriş ve sonuç, üç de ana bölümden oluşuyor. Giriş bölümü oldukça iddialı bir şekilde başlıyor ve kon

Biz

Resim
"Size söyledim, düş gücünü yok etmeliyiz... Düş gücünün kökünü kazımalıyız." Herkese selamlar... Bu fotoğraf Ankara'dan. Kitabı aldığımda çekmiştim. O dönemki yoğunluğumdan Biz romanına başlayamamıştım ama eve dönerken yolda başladım ve geçtiğimiz günlerde de bitirdim. Eve dönmeden fotoğraftaki dalın ağacı elmalarını vermişti bile. O yüzden daha fazla geçirmeden zamanı kitaba geçiyorum. Yevgeni Zamyatin'in bu eseri distopyaların miladı olarak kabul ediliyor. Ülkemizde George Orwell çoğu kimse tarafından bilinse de Yevgeni Zamyatin'in Biz eseri pek anılmamakta. Oysa Kitabın önsözünde bayıldığım cümleleriyle Bülent Somay'ın da ifade ettiği gibi Zamyatin, 1984' ve hatta Huxley'e de ilham kaynağı olmuş. Daha önce distopya okumadıysanız ya da 1984'ü okumadıysanız gözlerinizden kalbiniz çıkacak kadar heyecanlanabilirsiniz (bu da nasıl bir çılgınlıksa). Ama okuduysanız çokça benzerlik bulup yine de sevip etkisinden çıkmanız çok dah

Yalnız Kadın

Resim
Geçtiğimiz günlerde Instagram’da ‘Yalnız Kadın’ romanını okuduğum ve yalnızlık meselesi ile ilgili konuşmak üzere bir şeyler yazdığım bir fotoğraf paylaşmıştım. Tam olarak şunlardı yazdıklarım: “ Yalnız adam denilince akıllara zarar bir romantizm geliyor herkesin aklına. Ama yalnız kadın? Roma filmini izleyenleri bir adım öne alalım. Filmi bin bir sabır izledik izledik izlediiiikk sonra Sofia bir hırsla eve dönüp Cleo’ya “Kadınlar her zaman yalnızdır.” dediğinde içimizde nasıl öyle amansız bir yere dokundu ve filmi neredeyse sadece o sahnesiyle hatırlar olduk? Yalnız olmak zor ama yalnız kadın olmak aman aman ağıtları neden yakılıyor? Postmodern dünyanın bıdı bıdılarını yapasım yok ama bir yalnızlıktır aldı gidiyor… Kim bu yalnız kadınlar? ” Ne yazık ki kadınlar da dahil olmak üzere kadın yalnızlığını hüzünlü, acınası, buruk ve de imkansız olacak şekilde anlatan mesajlar gönderildi. Bu kadarla kalsa iyi bir de yalnız adam methiyelerini de düzmeye de

"burada bir sokak"

Resim
"Burada bir sokak var. Uzun, ağaçsız ve derin derin uyuyan arabalarla dolu karanlık bir sokak." Mutlu bir günün günaydını gelecek sanki ardından. Bir sokağın uyanışı, bir köşeyi dönüşlük mesafenin yakınlığı ile başlıyor her şey. “Birazdan gün, süt mavi örtüsünü sokağın üzerine serecek, evler ağaracak. Gece, ağır kanatlarını usul usul çırparak batıya doğru süzülecek. Bir yerden kuşların telaşlı sesi çınlayacak. Sonra dev bir kamyon, uykunun ılık bulutları içinden geçerek sokağa girecek.” Böylesi güzel başlıyor her şey. “Uzun, ağaçsız ve derin derin uyuyan arabalarla dolu karanlık bir sokak.”  Birazdan cümleler aynı seyrinde akacak ama sokaktan bir cenaze kalkacak. Öylesine gerçek bir hikaye ki hepimizin kulağına çalındı böylesi utançlar. Filanın oğlu ya onun başına gelmez bir şey, falanın kızı ya suçunu örtbas ederler. Beni daha da derinden yaralamasının başka bir sebebi var bu hikayenin. Ben tam da böyle birini tanıdım. İlkokul arkadaşımdı. Bir