Yalnız Kadın





Geçtiğimiz günlerde Instagram’da ‘Yalnız Kadın’ romanını okuduğum ve yalnızlık meselesi ile ilgili konuşmak üzere bir şeyler yazdığım bir fotoğraf paylaşmıştım.

Tam olarak şunlardı yazdıklarım: Yalnız adam denilince akıllara zarar bir romantizm geliyor herkesin aklına. Ama yalnız kadın? Roma filmini izleyenleri bir adım öne alalım. Filmi bin bir sabır izledik izledik izlediiiikk sonra Sofia bir hırsla eve dönüp Cleo’ya “Kadınlar her zaman yalnızdır.” dediğinde içimizde nasıl öyle amansız bir yere dokundu ve filmi neredeyse sadece o sahnesiyle hatırlar olduk? Yalnız olmak zor ama yalnız kadın olmak aman aman ağıtları neden yakılıyor? Postmodern dünyanın bıdı bıdılarını yapasım yok ama bir yalnızlıktır aldı gidiyor… Kim bu yalnız kadınlar?






Ne yazık ki kadınlar da dahil olmak üzere kadın yalnızlığını hüzünlü, acınası, buruk ve de imkansız olacak şekilde anlatan mesajlar gönderildi. Bu kadarla kalsa iyi bir de yalnız adam methiyelerini de düzmeye devam ettiler. Fakat yalnız kadın olmak acınası bir hüznün içinde kaybolmanın değil nice imkanların içinde büyüyen ve güçlenen bir mesele haline gelmelidir. Elbette gördüklerim karşısında oturup düşünmeye başladım. Öncelikle gerçekten de hangi yalnız kadından bahsettiğimiz çok önemli. Kim bu yalnız kadınlar?

Burada plazasının bilmem kaçıncı katında topuklu ayakkabısını tıkırdatan kadının yalnızlığından mı yoksa apartman merdivenlerini silerken görmezden gelinen, evinin bütün ihtiyaçlarını böylesi bir emekle kazanırken evinde de hiçe sayılan kadının yalnızlığı mı yoksa daha da net bir şekilde herkesin aklına gelen (bana yazılanlardan geçen his buydu) kocasından ayrı çocuklarıyla yapayalnız kalan bir kadından mı bahsediyoruz?

Bu kadınların hepsinin ayrı ayrı yalnızlıklarında güçlü olmaları ve bir başkasına ihtiyaç duymadan varolabilmeleri mümkünken nedir bizi hala aynı burukluğun içine hapseden?

Muhtemelen mümkün olduğunu bilememek. Örneğin Roma’da iki farklı kadın görüyoruz. Biri toplum tarafından güçlü olarak tanımlanabilecek ‘evin hanımı’ diğeri ise hayatını güçlükle devam ettirmeye çalışan ev hizmetlisi. Fakat filmin sonuna gelindiğinde iki kadın da ortak bir nokta buluyorlar kendilerine: Yalnızlık. İkisi de varlıklarını sürdürebilmelerinin yolunu buluyorlar ama. Birlikte olmak, birlik olmak, sıkıca birbirlerine tutunmak. Kadının güçlenmesi birliktelik duygusuyla oluyor belki de. Çoğu zaman postmodernizmin getirdiği bireysellik, kadının birey olarak varlığını sürdürmesi için tek başına güçlenmesi bana çok daha anlamlı gelse de buna hazır değilizdir belki de. Kadının yalnız olmasında hala bu kadar hüzün bulabiliyorsak zaten bu inşanın temelinin baştan kazınması gerekiyor muhtemelen.




Yalnızlıktan ve kadınlıktan bu kadar konuşmuşken kitaba da değinmemek olmaz. Kitap bir yol kitabı diyebiliriz. 37 yaşındaki Irene örgüt militanlığı nedeniyle 4 yıl boyunca hapishanede kalıyor. Çıktığı gün tanışıyoruz onunla ve hem kendi içine olan yolculuğuna hem de Barcelona’dan doğduğu yer olan Bilbao’ya giden otobüs yolculuğuna ortak oluyoruz. Kişisel olanın politik olmasına göz kırpan bölümleriyle feminist bir tarafı da var bu kısa romanın. Aşka, kadınlığa ve yalnızlığa dair küçük işaretlerle içsel benliğini bize açan Irene’nin yolculuğunu okumak isterseniz tavsiyem siz de bir yolculuğunuzda okuyun. Harika bir yol arkadaşı olacaktır size.


    Şimdilik benden bu kadar. Keyifle okumalar dilerim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben Bir Gürgen Dalıyım

Kemal Tahir - Yorgun Savaşçı

Bizim Büyük Çaresizliğimiz (Film)