Giovanni'nin Odası


"Beni utandıracak, korkutacak hiçbir şeyin varlığına fırsat tanımamaya kararlıydım.
Ve bunu mükemmel bir şekilde başardım da - ne çevremi ne de kendimi dikkate almadan, yalnızca sürekli koşturmakla başarabildim bunu. "


 “ ‘İster senin ister benim babam’ diye yanıtladı Jacques. ‘Biri bu dünyada aşırı sevgiden ölen kişi sayısının pek fazla olmadığını anlatmalıydı bize. Oysa sevgi yoksunluğundan her gün, her dakika -dünyanın en akla gelmedik köşelerinde- mahvolup giden insan sayısı o kadar fazla ki.’ “

    James Baldwin Giovanni’nin Odası’nda bize eşcinsel bir aşkı; ırk, bireyin özgürlüğü, cinsellik gibi konuları ele alarak anlatıyor. Ve bunlar aşıklar şehri Paris’te oluyor. Dokunaklı ne çok şey varsa büyülü Paris'te oluyor dediğinizi duyar gibiyim. Aşkın daima sade ve sadece aşk olduğunu bu derece hissetmek öyle muazzam ki! David'in odadan ayrılışını okurken sayfayı çevirip gerçekleri kabullenmek bile istemedim. Size James Baldwin'i mi anlatsam; David'i mi, Giovanni'i mi... Hangi birini hiç  bilemiyorum. David ve Giovanni’nin arasında olup biten her şey ama her şey beni o kadar çok etkiledi ki! Gökkuşağının kaçıncı rengi size bir aşkın sadece aşk olduğunu anlatmaya yeter bilemiyorum ama David ve Giovanni arasında olan aşk ve tutku bizim bugüne kadar bildiklerimizden sadece kendimize çizdiğimiz sınırlarla farklıydı. Bunu herhangi birimize bir eleştiri olsun diye söylediğimi zannetmeyin. Aslında bu sınırlardan aşılması en zor olanına sahip olan kişi David’di.

“Bazen düşünüyordum: Bu senin yaşamın işte! Bırak artık buna karşı durmaya çalışmayı. Bu savaşı bırak. Ya da bazen düşüncelerim çok farklı oluyordu: Mutluyum işte. Beni seviyor. Onun yanında kendimi güvende hissediyorum.”

    Kitabı okurken David'i o kadar ama o kadar iyi anlatıyor ki James Baldwin ona hak vermekten başka hiç bir seçenek bırakmıyor bize. An be an bir parçalanışa doğru gittiğinizi bile bile onunla sürükleniyorsunuz. David'in ailesi, babasıyla olan ilişkisi ve yaşadığı toplumun ona ince ince bir nakış gibi işlediği normlar aslında onun yıkılışının birer inşası gibi.

"Onun kankası değil, oğlu olmak istiyordum. Aramızdaki 'erkekçe yakınlık' gereği konuşulanlar beni eziyor, tüketiyordu. Babalar oğullarının önünde bu denli açık olmaktan kaçınmalıdırlar. Bunu duymak istemiyordum -özellikle de onun ağzından- onun bedeninin de benimki kadar günahkar olduğunu bilmek istemiyordum. Bunu bilmek asla kendimi daha güçlü bir şekilde onun oğlu -ya da kankası- olarak hissetmeme yeterli olmuyor, aksine kendimi başkalarının özeline burnunu sokan biri olarak görmeme ve bundan ürkmeme neden oluyordu."

    Giovanni tutkulu ve daha cesur olmasına rağmen yine de toplumsal gerçekler eşiğine belki bir kaç tuğla eksik mesafede duruyordu:

“ ‘Bu pis dünyadan, bu pis vücuttan da kaçıp kurtulmak istiyorum’ demişti bana. ‘Ve de bundan sonra asla aşkta vücudumdan ötede bir şey yaşamamak.’ ”




    Bir de Hella var. David’in tabulardan kurduğu renksiz dünyasına uçuş bileti Hella. Kitabı almadan önce bir aşk üçgeni olarak okumuş olsam da bence bu romanı böyle nitelendirmek kıymetinden alır.
İçten içe bilip de söyleyemediğimiz her şey için vardı Hella bana kalırsa.
Hella bilmesine rağmen yüzleşemediği gerçeklerle acı bir şekilde karşılaşmasının ardından Fransa’dan uzaklaşırken artık Giovanni hayatta değil, David ise o en olmak istemediği adamdı.

“Küçük bir çocukken, tıpkı bir çocuk gibi konuşurdum, çocuk gibi algılar, çocuk gibi düşünürdüm; büyüyüp de adam olunca çocukça şeyleri bir yana bıraktım.”








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben Bir Gürgen Dalıyım

Kemal Tahir - Yorgun Savaşçı

Bizim Büyük Çaresizliğimiz (Film)