Nohut Oda
Hepinize merhaba,
Nohut Oda kitabını okuyalı iki ay oldu. İlk çıktığı hafta
koşa koşa gidip almıştım. O dönemlerde bloga ara verdiğim için yazamamıştım ama
beni Instagram’dan takip ediyorsanız Nohut Oda’sız günümün geçmediği o dönemi
görmüşsünüzdür. Sonbahar’ın tadını çıkaralım diye Kınalı Ada’ya dört günlük bir
kaçış yapmıştık. İmge Kitapevi’ne uğrayıp yeni çıkanları toplayıp
gittim ama ilk gece Nohut Oda ile başlayınca bırakamadım elimden.
Kitapta beş öykü okuyoruz. Beş aile ile tanışıp onların
misafiri oluyoruz. O kadar güzeldi ki hepsi, en sevdiğim öykü şu bile
diyemiyorum.
Okurken sık sık aynı hikayenin devamını okuyor gibi
hissettim. Kökleri bir yerde buluşan ağaçlar gibi hangi hikaye nerede başladı
kiminle devam etti bilemezken aile tam da böyle bir şey işte dediğim öykülerdi.
Çok çizdim orasını burasını kitabın. Her okuduğum hikayede bu eeenn güzeliydi
dedim ama kitaba da adını veren “nohut oda bakla sofa” hayatın Handan’ı beni
bir başka etkiledi. Hele bu öyküde Melisa Kesmez’ in baharın gelişini anlattığı
bir bölüm var ki sesli sesli okudum kendime. Duymakla bir başka anlam kazandı:
“Yılın bu zamanlarında efsunlu bir şey dolanırdı buralarda. Havada nefes alan
tatlı bir şey. Bir sabah çat kapı gelirdi yaşarken bilmezdin hangi sabah, ama
üzerinden biraz zaman geçince dönüp baktığında anlardın ki, o sabah onun
geldiği sabahmış: Baharın ilk günü.”
Her hikayeyi
ayrıca konuşmak gerek aslıda. Oturup hepsini uzun uzun konuşmak var. ‘Son Bir
Çay’ hikayesi mesela:
“Git, sarıl, ne kadar üzgün olduğunu söyle, sonra
vedalaş. Yok, nerede… illa duygusal bir sahne yaratacağım, illa kendime zırnık
koklatmayacağım o sonsuz şefkatimle birine iyi geleceğim, illa kendimi gerekli
hissedeceğim. Yok ben yanındayım’lar, yok merak etme, ben hallederim’ler. Bir
kez daha ayarsız sevecenliğimin kurbanıyım. Merhametim batsın.”
Batsın be merhametimiz diye nasıl da içerleyip insanın içini
dökmesi var.
Hele Annemin Çadırı vardı ki kitabı okuduktan sonra zavallı
arkadaşlarım milyonlarca kez aynı hikayeyi başka başka yorumlamalarımla
dinlediler. (Özellikle Ebru ve İdil’e buradan da sonsuz teşekkürler.)
Annemin Çadırı öyküsünü kitabı okuyacağınızı düşünerek
anlatmamak için kendimi zor tutuyorum ama öykünün son paragrafını paylaşmasam
olmaz:
“Beni dünyaya getiren şeyin mayasında tek taraflı da olsa
aşk vardı. Sevindim o zaman. Hiç sevinilecek zaman değildi ya, yine de sevindim
ben.”
Tam bu satırları okuduğumda benim için de gözyaşlarına boğulacak yer değildi ama
tutamadım. Dolmuşta giderken kitap okumak sakıncalıdır (!) Okudum ve nasıl ya
dedim. Suzan Defter’ i okurken de buna benzer bir an olmuştu. Bir aşk ile
dünyaya gelmek meselesini nasıl da düşünmüyoruz. Sahiden bizi dünyaya getiren
şeyin mayasında ne var?
Hepimizin dünyaya gelişinde de, dünyayı algılayış biçimi ve hayatının her anını yaşayışında da aşk olması dileğiyle.
Sevgiler.
Yorumlar
Yorum Gönder