Bin Hüzünlü Haz



    " İçimin bir köşesinden diğer köşesine çılgınlar gibi palas pandıras koşuyorum sözgelimi, uçuyorum kendimle karşılaşıp kendime tutunabilir miyim diye, savruluyorum un ufak, sürünüyorum, canımı dişime takıp kalkıyorum ve yeniden, yeniden, yeniden yıkılıyorum."








     Bin Hüzünlü Haz bana kalırsa Hasan Ali Toptaş'ın en zor kitaplarından. Eksik harfli kelimeler, eksik kelimeli cümleler, boşluksuz sıralı kelimeler ve olmayan cümleler; ortak harflerle bütünleşik oluşturulan kelimeler... ( olarakaranlık, kendiniçin, böyleyledin...) 


   Hasan Ali Toptaş benim en sevdiğim yazarlardan ve hakkında pek çok şeyi okuduğumu düşünmeme rağmen 'Bin Hüzünlü Haz' ile ilgili çok büyük bir eksiklik içindeymişim.
Kitaba başladığımda bu eksik bırakılan cümlelerin, kelimelerin birer dizgi hatası olduğunu düşündüm. Benim gibi düşünmüş ya da okurken düşünecek olanlar olacağından öncelikle bu konuya bir açıklık getirmeliyim ki bu boş bırakılan kısımlar yazarın kendi tercihiymiş. Yani Hasan Ali Toptaş bu kısımların okuyucu tarafından tamamlanmasını istemiş yazarken.
Ben de okurken elimden geldiğince böyle yaptım ve tüm boş bırakılan kısımları kendi içimden geldiği şekilde doldurdum. Yıllar sonra muhakkak okuyup o kısımları yeniden nasıl dolduracağımı merak ediyorum.

    Yeniden bu eksiltili yazıma dönecek olursak ben kitapla ilgili böyle bir eksik bilgiye sahip olduğumu görünce derinlemesine araştırmak istedim. Araştırırken de şöyle bir bilgiye rastladım:
Hasan Ali Toptaş bir röportajında " Bin Hüzünlü Haz beni en çok üzen kitabım oldu" demiş. Bir yayınevi 'sen bunun etini, yağını, suyunu, tuzunu, baharatını o kadar çok koymuşsun ki bir oturuşta yenmiyor' demiş.
Gerçekten de oldukça yoğun bir roman. Bir oturuşta sindirmelik bir kitap arayışındaysanız sizin için doğru bir tercih olmayacaktır.

Benim okumam da çok uzun sürdü. Fakat şunu da belirtmeliyim ki arasına ayracınızı koyup bir kaç gün sonra devam edemeyeceğiniz de bir roman. Çünkü bu yoğun anlatıma kendinizi kaptırdıktan sonra hele ki yazarın sizi zirveye yaklaştırdığı bir yerlerde bıraktıysanız iki gün sonra o ani düşüşü kaldıramıyor ve kitaba yeniden odaklanamıyorsunuz. Yani sindirmeniz zaman alsa da okuma sürecinizi olabildiğince kısa tutmalısınız.

Bir kaç zorlanma sonrasında kitaba tek seferde yoğunlaşıp o şekilde bitirdim ben. Size tavsiyem de bu olur benim. Gerçekten emek isteyen bir kitap ve beni en çok da bu yönüyle kazandı diyebilirim. 










'İyinin ve kötünün en güzel çatışması'

"Bir bakıma, iyilik dediğimiz şey kötülüğe yaklaşma konusunda şiddetle burun kıvırırken, kötülük daha cesur davranıp ( belki de korkup) ona yaklaşmayı göze alabiliyor."

Kitapta benim en sık rastladığım çatışma iyi ve kötüye dair olandı. Sadece bir yerinde diyalog görebildiğimiz bu roman zihnimizdeki bizden öteye geçiyor. 


'Bilinçaltının en bulanık kabusu' 

    'Bin Hüzünlü Haz' ilk andan sonuna kadar bir rüya gibiydi. Rüya görürken rüyada olduğunun bilincinde olduğumuz bazı rüyalar gibi. Zamanın tam bir kesinliği yok, mekan ise belirsiz, mesafe duygusu yok; tıpkı rüyada gibi. Bir ormanda, bir sokak ortasında, evde ya da türlü belaların ortasında bilinçaltınızda kalmış ne kadar resim varsa bir akış içinde savrulduğunuz bir rüya.







    Hasan Ali Toptaş, cümlelerinde okuyucuyu tam bir yere taşırken aniden yalnız bırakıyor romanında. Örneğin sizi bir yere götürüyor, önce ayrıntılara boğuyor sonra bütüne taşıyor. Derken tam siz kavramaya başlarken cümle aniden kesiliyor ve bir boşluk. Ardından kendinizi ya başka bir mekanda buluveriyorsunuz ya da başka bir duyguda.

" Ta ki, birisi gelip neden böyle durduğumu  anlayıncaya dek durayım ve okunacaksam seslerce, gecelerce, yıldızlarca, gündüzlerce, mevsimlerce ve yıllarca okunayım ve dokunacaksam yalnızca rüzgarlara dokunayım, rüzgarların soluğunda saklı uzaklara, uzaklara yüklediğim anlamlara, anlamlarda yakaladığım                                                                                                                                                         derken, kendimi bir patikada buldum." 


    Yazar duygular ve mekanları birbiriyle o kadar bütünleşik anlatmış ki sanki bırakmış kendisi de arasın, okur da arasın ama neyi aradığını bilmesin, bulamasın ve hatta bunların hiç biri de önemli olmasın.


" Hatta orada, nicedir genişlik genişlik dediğim şeyin aslında bir sonsuzluğun başlangıcı, bir sırlar aleminin eşiği ya da sonu gelmeyecek bir serüvenin ilk basamağı olduğunu düşünüp, kendi kendime, demek ki ben şimdiye dek hala ormanın karşısındaymışım, dedim. Hiç bir yere gitmemişim. Gidememişim daha doğrusu. Oralarda, belki de bilme tutkumun bu tutkudan doğan heyecanımın ve merakımın içinde öylece, dolanıp durmuşum."


"Ama, olsunmuş ; gene de bir an bile  yılmadan, aramayı unutuğu bir şeyi, farkına bile varmadan herkes adına arıyor olabilirmişim çünkü... Bakılmasınmış benim böyle Alaaddin, Alaaddin deyip durduğuma; bu Alaaddin, pekala hiç tadılmamış bir özlemin kelimelere hiç dökülmemiş bir duygunun, henüz şekline göz değmemiş bir eşyanın, ya da hayali bile kurulmamış bambaşka bir hayatın tadı olabilir. hatta                              "














    Hemen hepimizin günlük yaşamında sürekli gördüğü her şey ve defalarca bulunduğu pek çok mekan ve yaşadığı pek çok duygu absürd ögeler kullanılarak bambaşka bir boyuta taşınmış. Fakat buradaki absürdlük saçma ya da anlamsız bir ifadeyi karşılamaktan çok beklenmedik bir uyumsuzluğun karşınızda olması ve bir zaman sonra bu uyumsuzluğun sizi oldukça heyecanlandırması. Az önce de söylediğim gibi bir rüyayı anımsatan uyumsuzluk.
Örneğin ciğerlerini yırtarcasına, derin derin soluyan, bütün buharlı lokomotiflerin ruhundan oluşmuş dev bir lokomotif; gözükmeyen bir istasyonun gözükmeyen yolcuları ve soyut pek çok kavramın kişiselleştirildiği bir dünya.
    Beklenmedik bir anda ormanda şu çocukken dinlediğimiz ekmek kırıntılarıyla yolunu bulmaya çalışan çocuklara ardından Kırmızı Başlıklı Kız ile Kurda rastlıyorsunuz, hatta 40 Haramiler de orada. Bir zaman sonra siz de daha fazlasını istemeye başlıyorsunuz yazardan.


    Hasan Ali Toptaş 7.bölümün sonunda şu sözleri kullanmış : " Bütün bunların hiç biri olmaz da, siz neden anlatıldığını bile unutup belki yalnızca hikayeyi izler ve kendinizi tıpkı benim gibi, onsuz süren onun akışına bırakırsınız."
Yani yazar size bir bakıma rehber de oluyor kitabında. Çünkü cümlelere direndikçe işin içinden çıkmak zorlaşıyor. Yazarı anlayabilmek adına olabildiğince akışına bırakmakta yarar var.

    
    ' Ve Alaaddin '

    Kitabın başından sonuna pek çok şekilde karşımıza çıkan Alaaddin'i  size anlatıp anlatmamakta tereddüt yaşadım. Çünkü okurken sizin için Alaaddin'i nereye koyduğunuz önemli olacak. Bu nedenle yazarın kitapta Alaaddin'i tanımlamalarından birine yer vermeyi doğru buldum:

"Benim, kimi zaman gözünü budaktan sakınmayan zorlu bir cengavere, kimi zaman kadınsı davranışlar sergileyen cariye yüzlü mahcup bir şehzadeye, kimi zaman da hedefini şaşırmış bir deli oka, kendi karanlığına eğilmiş bir nazlı dala, ya da loş saray köşelerinde küflenen sabır dağları arasında bin bir zahmetle yetiştirilmiş bir gonca güle benzeteceğim bu gencin adı da, hiç kuşkusuz Alaaddin olur."



    Son olarak şunları da belirterek bitireyim:

Zaman zaman hikaye içinde hikaye yaşatan bu roman Hasan Ali Toptaş okumaya başlama kitabı olarak zor gelebilir. Fakat merak ediyorsanız ve hakkını vererek okursanız yazara karşı beklentilerinizi artıran bir roman olacağından ve diğer kitaplarıyla da bu beklentinin altında kalmayacağından emin olabilirsiniz.
Keyifle okumalar. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yalnız Kadın

İnsan Dilinin İlk Kelimesi: 'Bekos'

Ne İçindeyim Zamanın Ne de Büsbütün Dışında