Gülün Adı
"Kasım sonlarında güzel bir sabahtı." İşte böyle başlar "Gülün Adı".
O kadar büyüleyici bir tarihsellik ve o kadar okuyucuyu içinde tutan bir romandı ki, her cümlesini okurken sakince ve sabırla bir ilerleyiş istiyordu.
Umberto Eco'nun söylediği bir söz var: "Kitaplar onlara inanalım diye değil, onlarda yazılanları araştıralım diye varlar. "Benim için "Gülün Adı" işte tam da böyle bir romandı. Pek çok kez durup yazanlar hakkında araştırma yapma gereği duydum. Bu durum beni romandan uzaklaştırmadı, aksine okuyuşum bir süre sonra cümlelerin içerisinde daha sıkı bir bağla devam etti. Tüm bunlar romanı daha uzun sürede bitirmeme neden oldu fakat okuma süreci de romanı bitirişimin sonrası da benim için çok keyifli oldu.
(Aynı zamanda; bundan bahsetmeden geçemeyeceğim; romanın çoğu kısmına kendimi aşırı kaptırarak gerilime ortak olmam da zaman zaman okumaya ara vermeme neden oldu. Özellikle kitabı okuyanlar bileceklerdir, labirente ilk girildiğinde yaşananlar hem merak içinde okumaya çeken hem de gerilimiyle bıraksam mı, sakinleşsem mi hissi yaratan bölümlerden biriydi.)
Gülün Adı ile Umberto Eco'yu tanımak, bana bir kez daha bir yazarın sadece düşündüklerini yazıya aktaran bir kalem değil aynı zamanda iyi bir mimar, iyi bir mühendis, iyi bir bilim insanı, iyi bir tarihçi ve daha sayabileceğimiz pek çok şey olduğunu gösterdi.
Romanın bitiminde "Gülün Adı üstüne Umberto Eco'nun Açıklaması" başlıklı bir bölüm de yer almakta. Bu kısmı en az roman kadar sevdiğimi söylemeden geçemeyeceğim. "Gülün Adı" isminin nereden geldiği, bu isme nasıl karar verdiği, yazış süreci, yazma ve yazarlığı sürecindeki anıları, romana dair görüşleri bulunmakta.
Bu bölümde bahsettiği ve beni yazarlığına dair hayran bırakmalarına yenilerini eklediği bir kaç bahsine yer vermek istiyorum:
"Köyde, çayırlıkta ateş yaktığımızda karım, ağaçların arasından yükselip ışık demetleri boyunca uçuşan kıvılcımlara bakmayı bilmemekle suçluyordu beni. Sonra yangın bölümünü okuyunca, şöyle dedi: " Kıvılcımlara bakıyordun demek." Yanıtladım: "Hayır ama bir Ortaçağ rahibinin onları nasıl göreceğini biliyordum."
Kitabı okurken yangını ve yangının hüznünü, yangın söndürülmeye çalışılırken yaşanan telaşı, yangının sıcağını bile hissettim diyebilirim. Zaten Umberto Eco'nun bu sözlerini okuyunca da bu kalemden çıkan sayfalarda o alevleri hissetmeseydim hata olurmuş dedim.
Başlarken biraz bahsetmiştim, bana kalırsa cümleleri sakinlikle okumak gerekiyor diye. Biraz daha açacak olursam ciddi bir sabır gerektiriyor okumak. Bununla ilgili de Eco'nun bir cümlesi var ki bu sabrı gösterebildiğimden olacak, gururumu okşadı:
"Bir romanın içine girmek, dağda bir gezinti yapmak gibidir; belli bir soluğu öğrenmek, belli bir yürüyüş adımı edinmek gerekir, yoksa insan hemen duruverir."
Okurken de tüm bunları hissediyorsunuz. Yani o devinimi yakaladıktan sonra siz bıraksanız bile kitap sizi bırakmıyor.
Kitabın konusu ve karakterlerinden de kısaca bahsetmek gerekirse:
Roman, İtalya'nın kuzeyinde bir kilisede cinayet işlenmesiyle başlar. Eski bir sorgucu rahip olan William, olayı araştırmak üzere görevlendirilir. William çömezi Adso'yu da yanına alarak uzun ve yorucu bir yolculuğa koyulur, sonunda kiliseye varırlar. Olayların seyrini çömez Adso'dan dinleyeceğimiz bu 7 günlük daha zorlu süreç böylece başlayacaktır.
Kitabın konusu, Ortaçağ İtalyası'nda Papa ile İmparator arasındaki savaş, hristiyan tarikatler ve aralarındaki görüş ayrılıkları, cinayetler ve bir manastır etrafında gelişen olaylardır.
Kitap 7 güne bölünerek yazılmış.
Romana sadece polisiye ya da çok iyi örülmüş bir polisiye demek bana göre çok yetersiz kalacak. Çünkü kitabın polisiye kısmı bizi içine alırken aslında büyük bir tarih okuyoruz romanda. Tarikatler, hristiyanlık, kiliseler, ahidler...
Bana göre okunması en elzem romanlardan. Umarım biraz fikir oluşturabilmiş ve yararlı bir kaç şey paylaşabilmişimdir sizinle. Okumayanların keyifle okuması dileğiyle. Teşekkür ederim.
Yorumlar
Yorum Gönder