Suzan Defter



"İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik ne işe yarar ?"
"Ama kaybeden sonunda siz olmuşsunuz."
"Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?"
"Ama bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz."
"İyi ya boş değildi kucağım."
"Ama yandınız, kül oldunuz."
"Ama vardım, kül bunun kanıtı."




    Suzan Defter kendine yabancılaşmış ve giderek yalnızlaşmış iki insanı anlatıyor bize: Derya ve Ekmel Bey. İkisinin hayatı tuhaf bir şekilde karşılaşıyor ve iki ayrı günlük olup bize geliyor. Ayfer Tunç farklı bir okuma deneyimi sunmuş bu romanda. Sol tarafta Ekmel Bey'i okuyoruz sağ tarafta ise Derya'yı. Ben her günü sırasıyla okudum fakat siz farklı bir okuma yolu da izleyebilirsiniz.




    " 'Bir kadın birdenbire günlük tutmaya başlamışsa ya aşık olmuştur ya terk edilmiştir.' demişti Suzan.
İnsan ya kendi kendine konuşur, ya kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar. Oysa ne fark var ki arada?"

    Derya için durumlar böyleydi. Ekmel Bey ise günlüğüne bambaşka bir anlam yüklemişti. Defterdeki sayfalar bittiğinde kendi ömrüne de bir son verecekti.

    Peki Suzan kim ? Aslında kitabın sonuna gelindiğinde her şey kendini ele veriyor. Fakat parçaları yerli yerine koymak o kadar zaman da almayacak; Derya'nın hikayesinden Suzan'ın kim olduğunu ve bu hikayenin içinde ne aradığını kısa sürede anlayacaksınız.




" Baba neyse de, insan, annesinin dokunaklı bir aşk hikayesi olsun istiyor. O hikayenin içinde büyüdüğü rahme işlenmiş olduğuna, aşkla beslenerek doğduğuna inanmak, günahkarca bile olsa aşkı tatmış bir kadının çocuğu olmak ne güzel bir duygudur kimbilir."

    Bu sözler Ekmel Bey'in. Acı ki kendisinin kurduğu hayat da toplumun beklentilerini karşılamak üzere olmuş bitmiş kısa bir serüvenden ibaret gibi. Hatta bu sıradan hayata serüven kelimesi fazla bile gelir belki. Baba mesleğini sürdürerek avukat oluyor Ekmel Bey. Hayatındaki insanları anlatırken isimleri bile yok onların. Derya'nın hayatı da çok farklı değil aslında. Aynı toplumsal beklentilerin içine sıkışarak var olmaya çalışıyor. Sürekli olarak aşkı arıyor ama kendince olması gereken mükemmel aşka sahip olan Suzan'ı bir takıntı haline getirerek Suzan'ın hayatının gölgesinde yaşıyor. 



    Suzan, Derya'nın abisinin gençlik yıllarındaki aşkı. 12 Eylül'ün gölgesinde anlatılan bu aşk bir türlü yaşanamıyor. Suzan dağılıyor, abisi bambaşka bir hayat yaşıyor. Derya ise Suzan'ı bir türlü atlatamıyor. Abisinden başka aileden kimsesinin  kalmadığı yıllarında Derya, abisini Suzanla paylaşamayıp bu aşkın arasında varlığını daima hisettiriyor. Yıllar içindeyse sahip olmak istediği tek şey Suzan gibi bir aşka sahip olmak.



    Açıkça söylemek gerekirse kitaptaki cümleler, farklı yazım tekniği ve Ayfer Tunç'un edebiyatını ne kadar sevsem de Derya'nın Suzan takıntısı kitap boyunca beni boğdu. Aynı günü Ekmel ve Derya'dan farklı okumak insanın kendine nasıl da yalan söyleyebildiğini gösterip tam düşündürecekken Derya'nın sürekli Suzan olma arzusu bütün aşkın büyüleyiciliğini yok ediyordu. 

    Elbette bunlar benim hissettiklerim. Romantizm insanıysanız benim gibi hissetmeyecek muhtemelen kitaba bayılacaksınız. Tabii ruh hali de çok önemli. Belki başka bir zaman okuduğumda Derya'yı da anlayabilirim. Sanırım o gün bugün değil ama.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben Bir Gürgen Dalıyım

Kemal Tahir - Yorgun Savaşçı

Bizim Büyük Çaresizliğimiz (Film)