Kul


"Ulular kendisine yüz çevirmişti.
Kocası kendisine yüz çevirmişti.
Allah'ım Mercan'ı ele güne muhtaç ettin.
Allah'ım Mercan'ı ölülere muhtaç ettin.
Allah'ım Mercan'ı bir güler yüze muhtaç ettin.
Allah'ım Mercan'ı geri çevirme."




    Onca umut, onca yalnızlık varken Mercan da Kul kitabında şöylece bir kadındı diye bahsedip geçemeyeceğim. Ya da Seray Şahiner Mercan'ı şöylece anlatmış da diyemeyeceğim. Bence Kul'un düşündürdükleri, hissettirdikleri bir olay örgüsüden çok daha ötede karakterle birlikte bir yaşamın adımlarını attırıyor size. 

    Önce, oturup Mercan'ı dinlemeye başladım. O anlatacak ben de dinleyeceğim. Fakat sonra kendimi Mercan'ın yalnızlığında buluverdim. Onunla oturup kocasını bekledim; Cemevi'nde oturup duasını dinledim, kilisenin yokuşundan ipini koparmadan çıkabilsin diye bir ucundan da ben tutuverdim. Televizyonun sesine bile muhtaç yalnızlığında evlendirme programında haftanın birincisini kapı ardından dinlerken aklının bir köşesindeki çaresizliğine ortak oldum. Mercan'ı bir an olsun yargılamadım. Ama bunları yaparken günlük yaşamımızda bunun aksini ne kadar da çok yaptığımızı bir kez daha fark ettim.

    Kocasından şiddet gören bir kadın gördüğümüzde ya da hani şu 'hayırsızın teki' diye tabir edilen kocaların eşlerini gördüğümüzde hemen başlarız konuşmaya. "E sapasağlam kadınsın çalışır bakarsın kendine neden bırakmadın bu adamı, neden bırakmıyorsun adamı, kov gitsin evden, annen baban sahip çıkmadı mı, kimin kimsen yok muydu...  "
Mercan da sapasağlam kadındı. Kocası ise hayırsızın biri. Mercan apartmanlara temizliğe gidiyor, kocası ise evde otunu sarıp içiyordu. Kocasına da gidersen git demişti.

"Kocası gittikten sonra, oh azıcık aşım kaygısız başım diyemezdi Mercan. Zira Mercan'a göre dünyada başı kaygıdan kurtarmayan iki şey varsa; biri aşın azıcık olması, diğeri başın bir başına olmasıydı."

Yani sizin anlayacağınız Mercan yapayalnızdı. 

    Böylesi durumlarda da vardır elbet sözümüz. Şöyle deriz mesela: Bu yalnızlık meselesini biraz fazla abartmıyor muyuz ?
Mercan için öyle değildi. Mercan kocasına aşık değildi ama olsun, evinde bir nefes istiyordu.

"Bir şeye sinirlendiğinde birlikte verip veriştirecekleri bir can yoldaşı." istiyordu Mercan. Belki kocası bunu bile yapmıyordu ama olsun. "Bir otu vardı... Millette ne kocalar vardı..."

    Mercan'ın her şeyden öte çok daha büyük bir derdi vardı. Çocuğu olmuyordu. Şimdi artık kocası da gitmişti ve çocuk hayalleri iyiden iyiye kayboluyordu. Oysa ne çocuklar vardı...

    Mercan ölüp gitse ardında bir bıraktığı bile olmazdı.
"Öldüğüyle kalırdı Mercan. Ne merhume Zühre Annemiz gibi helva kavuranı oldurdu ne arkasından ağlayanı. Ah ah, millette ne ölümler vardı." 
Yalnızlığına bakıp ölüme iç geçirmek nasıl bir sızı... Oysa biz yalnızlık meselesini ne çok abartır dururuz (!)

    Mercan, kocası dönsün bir de çocuğu olsun diye gitmedik türbe, cami, kilise, cemevi bırakmadan gezip durdu. Dilek ağaçları, falcılar... Ama ne fark ederdi ki ? O nasılsa hep kendi rabbinden istiyordu ne dileği varsa.
Oldu mu dilekleri peki ? Adakları yerini bulmuş Mercan bir başına olmaktan kurtulabilmiş miydi ? Ağaca çaput bağlayınca koca gelmiyor muydu ? Ölülerden medet umunca bile mi ?
Zaten Mercan'ın evi de yıkılıyordu. "Evi yıkılınca... Kocası dönse de Mercan'ı bulamayacaktı."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben Bir Gürgen Dalıyım

Kemal Tahir - Yorgun Savaşçı

Bizim Büyük Çaresizliğimiz (Film)